Zaman yörüngesinin dışına çıkamaz. Ne geri kalır ne de ilerden gider. Kendine çizilen rotada akar gider… Su misali; akıp giden zamanda, insan da akışa eşlik eder. Akışın içinde insan bazen geride kalabilir. Durulur, yorulur, tökezler, koşar, çabalar… Mücadele eder akar. Kimi zaman zihninde veya gönlünde dağ yaptığı yükler ağır gelir durulur. Er yada geç bu durgunluk akışla birleşmesi gerekir. Akmayınca hayat yorar insanı. Su aktıkça, hayat verir. İnsan da aktıkça hayat bulur.
Akış, sekiz ay sonra tekrar Kahramanmaraş’a getirdi beni. Yaralı Şehir. Bir zamandır, sonbahar ekinoksunun sabit kaldığı bölge. Bu döngü sebebinde güneş mi dünyaya yakın, dünya mı güneşe bilemem. Yaralanan şehrin sızısının kalbe yakınlığından kaynaklanan ekinoksun uzun geceleri…Etrafı süzekten geçiriyorum. Yıkılan binaların enkazları kalkmış, binaların safları seyrelmiş. Şehre nefes aldıran bu boşluklar, ruhumun nefesini kesiyor. Keşke ile başlayan onlarca cümle dökülüyor. Keşke seyrek seyrek sağlam yapılar olsaydı, keşke çocuklar yaşasaydı bu boşluklar yeşil park olsaydı, keşke, keşke… Bundan ders alalım diye düşünürken, karşıya yeni yapılan binanın elli beşinci katı takılıyor gözüme. İnsan diyorum gözü hep yükseklerde…
Her şeye rağmen, aylar sonra şehirde lambaların yandığını görmek mutlu ediyor. Ulu Cami yanında şifa çorbacıları, “- gel abi acılı çorba var, nefes açar” diye bağırırken, duygularım dalgalanıyor. Şifa dağıtan çorbacılar, ekmek parası kazanan esnaf, hayat akmaya başladığını hissettiriyor ve umut veriyor. Diğer taraftan, çorbanın acısı da, yürekteki acılara ortak oluyor. Ah be Maraş biberinin acısı, yoksa toprağın kaderindeki acıdan mı besleniyor? Neyse bu soruya dalmayım, bak hele bak mahallenin delikanlısı, yere sıfır Şahiniyle piyasa yapıyor. Müzik son ayar açılmış, cıstak cıstak bağırıyor. Bu ritim beni yakalamasa da gencin hayatın akışına ritim tutması memnun ediyor. Bu bir yaşam belirtisi…İnsanların bu gücü nereden aldığını merak ediyorum ve kendime bir ödev veriyorum; bu Yaralı Şehir de “insanlar zor zamanların üstesinden gelirken nelerden güç alıyor?” Kahraman Maraş’ın güzel insanlarının dilinden ve gönlünden gelenleri, 6 Şubatın uzun gecesinin bıraktığı izleri aşarken neler yaptıklarının hikayesini buraya bırakıyorum.
- Her insan zorluklarla karşılaştığı zaman biraz bocalar, dert ne kadar büyükse isyan etmeye o kadar yakındır belki. İşte o çizgi çok incedir. Ya isyan edersiniz; ki o sizi daha çok aşağıya çeker ya da tutunmak için bir şey ararsınız. Şahsen her zaman ilk tutunduğum imanım olmuştur. Dua; Allaha sığınmak olmuştur. Sonrasında ise aile. Çünkü insan bu dünyada Allahtan sonra bir ailesine tam güvenebilir. Ve bilirsin ki kendin ettiğin duayı ailen de senin için eder. Aile ile derdi paylaşmak çözümün yarısıdır. Yük hafifler, çözülmese bile bilirsin seninle ayni duaya âmin diyen var. Ailemden onlarca kişi kaybettim. Yakın ailemden iki torunumla baş başa kaldık. Evlatlarımı kaybettim. Geride kalanlarla, onların arkasından hep birlikte dua ediyoruz.
- Her şeyden önce Allah’ın varlığından güç alıyorum. Örneğin bir çocuk düşüp dizini kanatsa, bir yerini çarpsa önce annesine koşar. “Öpeyim de geçsin” annelerin meşhur lafı… Ama böyle kıyametin yaşandığı bir an da annenin kucağına koşuyorsunuz, o kucakta saklanıyorsunuz ama, biliyorsunuz ki öyle bir durumda anne bile koruyamıyor. Anne de sığınacak kucak arıyor! Bir tek Allah koruyabiliyor. Sadece o korku anneyle hafifliyor. Annemle baş başa kaldık, bir birimize pansuman yapıyoruz.
- Önceden luna parktaki hızlıca iniş çıkışları olan, adrenalin dolu trenleri çok severdim. Evlatlarım olduktan sonra ona binmek istemedim. Çünkü artık kendim için değil, onlar için yaşıyorum. Eşimi kaybettiğim gün bu sorumluluk daha da arttı. Bu yük ayağa kaldırdı. Benim eksiğimi tamamlayan eşimdi. Şimdi eksik kalanı ben tamamlamam gerekiyor. Biliyorum onun yerini dolduramam, fakat çocukların yüreğindeki boşluğu ne kadar doldursam kardır. Çocuklarımın şu an bir başarısı, gülümsemesi, sarılması beni güçlü, mutlu ve umutlu yapıyor. Sorumluluğumu yerine getirdiğimi hissediyorum. Küçük yürümeyi yeni öğrendi, konuşmayı da söker yakında, ilk öğreneceği kelime baba olsun istiyorum…
- Annem kanser geçirdi. Üç ay ömrü kaldı dediler, uğraşmayın dediler. Tedavisi boyunca pes etmedi. Patik ördü, elişi yaptı, torunlara çörek yaptı. Deprem de evimiz yıkıldı, ağabeyimi ve ailesini kaybettik. Günlerce zor şartlar altında, enkazın başında acımızla hayatta kaldık. Devletimiz sahip çıktı çadırlara yerleştik. Annem çadırda mide kanaması geçirirken bile bana çamaşırı niye düzgün asmadım diye fırça çekti. Onun o hayattan kopmaması, ölmekten hiç korkmaması… Onun evladı olmak beni güçlü kılıyor, umutla bağlıyor hayata.
- Nasılsın diye soruyorlar, ne diyeyim hocam? Maraş gibiyim işte. Bir yanım yıkık, diğer yanım ayakta kalmaya zorluyor kendini. Sanki yılların birikmiş tüm yükü üstümde. Ayağa kalkmaya zorluyorum kendimi. Düşersem yıkılmaktan korkuyorum. Baksana Hocam çarşımız işte binlerce yıldır ayakta, ama zelzeleden sonra bir tarafı yaralı. Ayakta durmak zorunda olduğu için direniyor. Binlerce insanın ekmek teknesi hocam. Yarada gurban olayım, almadı; canımızı, malımızı bağışladı. Ailemden, dostlarımdan çok kişi kaybettim. Telefonumdan üç yüzden fazla numara sildim, bende anlamıyorum nasıl dayanıyorum bu acıya! Bir birimizin acılarıyla avunarak ayaktayız işte. Herkes birilerini, bazıları her şeyini kaybetti. Kimin ne yanı eksikse, diğerimiz onu tamamlama mücadelesinde…
- Koşturmak dertlerimi unutturdu. Yıllar sonra memlekete tayinim çıktı. Emekliliğe on beş yıl var memlekette düzen kurayım, sevdiklerime yaklaşayım dedim ve geldim. Geldikten birkaç ay sonra asrın felaketi vurdu. Yakın ailemde kayıplarım yok, lakin komşularım, dostlarım, yol arkadaşlarımdan yüzlerce sevdiğimi kaybettim. Mahallemi, hatıralarımı kaybettim. Şehrimin içinde ama ona uzak hissediyorum. Sevdiklerimin yakın olayım derken, onlara uzaklaştım. Hem işimi yapıyorum hem de geride kalanların ihtiyaçları için koşturuyorum. Bu koşturmaca rahatlatıyor. Bu koşturmacanın bana öğrettiği bir şey daha var, yakın geçmişte Elazığ Depremi oldu, devletimiz ve milletimiz yardım ediyor bize gerek kalmaz diye düşündük gitmedik. Aslında gitmek gerekmiş, başımıza felaket gelince anladık. Orada acınızı paylaşmaya, yanınızda bizde varız diye gelen her insan o kadar kıymetliydi ki, işte o enerjiyle koşuyorum. Elimden gelen bu, en azından dertleri paylaşıyorum.
- …
İmkânı da imtihanı da bol Şehir… Yıkılan yerler, umut tohumlarıyla dirilmeye devam ediyor. Zaman bu dirilişin en kıymetlisi. Bilir Şehri’n toprakla dertlenen insanı; tohumu eker toprağa, elden geleni yapar ve beklemeye başlar. Bu bekleyiş Rahmani bir bekleyiştir. Zamanın gelince, nasibine düşen topraktan rızka düşer. Şehrin insanı elinden geleni yapmanın mücadelesini veriyor. Ceyhan Nehri toprağın ve nebatatın susuzluğunu giderirken, Mevleviler, Aşık Paşalar, Sütçü İmamlar ve Yedi Güzel Adamlar gönüllerin kuraklığına rahmet oluyor. Hülasa, yerin altında ve üstün de kaynakları bereketli şehir Kahramanmaraş, Yaralı Şehir, yılmaz hikayelerle ayağa kalkma mücadelesi veriyor.