İçinde anlatılmamış bir hikâye taşımaktan daha büyük bir eziyet yoktur. “Maya Angelou”

Hasretine Kavuştu

“Bugün senin doğum günün, oğlum.”

Binlerce davetlinin olduğu doğum günü merasiminde bir an sessizlik oldu. Anne, oğlunun ruhunun yakınında olduğunu hissediyordu. Kısık sesle, “Yanımda olmanı, sıcaklığını hissetmeyi çok özledim. Seninle konuşmak istiyorum, sana sarılmak ve seni yeniden duymak istiyorum” dedi.

Benim gibi birçok masumun katledildiği karanlık günlerden sonra, annem hayatını geçmişin gölgeleriyle sürdürüyordu. Oğlunun yokluğu her anında onunla birlikteydi. Ancak bu doğum günü, anneme farklı bir cesaret ve güç vermişti…

Rüzgâr hafifçe eserken, annemin kokusu bütün şehitliği sarıyordu. Kırışmış ellerini mezara dayayarak, sakin bir şekilde konuşmaya devam etti. “Oğlum, görüşmeyeli çok uzun zaman oldu. Rüyalarımda buluştuğumuz günleri saymazsam, kırk yıldır görüşemedik. Şükür kavuşturana. Ne kadar özlediğimi anlatamam. Yokluğunda her gün bir önceki günden daha ağır geçti. Acın yüreğime kök saldı, çilleri tüm vücuduma dağıldı. Yokluğunda boğuldum. Seni bulduklarını haber ettiler, yeniden doğdum. Bugün seninle birlikte ben yeniden doğdum. İyi ki doğdun canım…”

Annemin, her cümlesinde Oğlum! diye seslenişi, yıllarca içinde sakladığı sessiz çığlığının dışa yankısıydı. Potoçari’de binlerin şahitliğinde bir anne – oğul kavuşmasına müşahit oluyordu herkes. Ben de sessizce başımı annemin dizine bıraktım. Sadece dinlemek istiyorum. Konuşunca tüm güzellikler dağılacak. Teslim oluyorum sessizliğe.  Annemin sesi bana nefes oluyor.  O kadar özlemişim ki kokusunu, başımı okşamasını, bana sarılmasını…

Annem, sessizliği hissederek devam etti, “Sana anlatmadığım binlerce şey var, oğlum. Nereden başlayım bilmiyorum. Senden sonra babanı, amcanı, kuzenlerini, arkadaşlarını, bir sürü komşumuzu  uğurladık. Bizim aileden kardeşin Meryem ve ben kaldık. Bir de seninle gidenlerin geride kalanları. Biz, geride kalanlar, kocaman bir aile olduk. Bir birimize sığınak olduk. Acı ortak kaderimiz oldu… Oğlum şimdi bunları konuşarak daha fazla üzmeyim seni. Sana kavuştum ya, nerede olduğunu biliyorum ya. Oh Elhamdülllah! Seni çok seviyorum Yavrum. Su misali bir ömrün oldu. Hızlıca akıp gitti. Berrak, saf ve temiz bir su. Geride bıraktığın hatıralar çok canlı. Elimde kalan tüm eşyalarını saklıyorum. Bu güne kadar hep onlarla konuştum. Artık seninle buluştum, seninle konuşurum…

Yüzlerce bekleyen ve beklenen kavuşmalarından biriydi bu. Beklenenler sessizce dinler, kavuşanlar hiç durmadan konuşur. Geçen yılların geride bıraktıkları diyaloglara sığmaz. Gönle ne gelirse, dışarı o yansır. Kavuşmalarda acı tazelenir, yaşanılanlar dün gibi hatırlanır. Varılacak adresin yerinin belli olması, acıyı zamana yaymayı öğretir. Yük daha taşınabilir hale gelir.

Annenin, evladının adresini öğrenmesi tarifsiz bir buluşmaya vesile oldu. Gözlerinde hüzünle aydınlanmış bir şekilde oğlunun mezarının başına geldi. Yavaşça eğildi ve sessizce mırıldandı, “Bugün senin doğum günün, oğlum.” Bir an sessizlik oldu, anne bekledi ve oğlunun varlığını hissetti. “Biliyorum, burada fiziksel olarak yanımda değilsin ama kalbimde ve ruhumda her zaman var olacaksın. Senin varlığını hissetmek beni güçlendiriyor, hayatta devam etmemi sağlıyor. Yüreğimde hep vardın, hiç kaybolmadın. Bugün bu dünyada yerinin belli olması, senin gibi izzetli duruşa sahip olanlarla yan yana bende varım diye haykıran mezar taşının olması, sana sarılacağım toprağın belli olması, sızımı dindirdi. Duamdır tüm bekleyenler bu mürüvvete kavuşsun.

Anne, gözlerinde yaşlarla karışık bir gülümsemeyle, oğlunun mezarını son bir kez daha öperek ayağa kalktı. Etrafına baktı, “Oğlum, sen Şehitsin. Ölmedin, sonsuzluk varlığında dirildin. Ruhun huzur içinde olsun. Bugün mürüvvetini gördüğüm gün, kabrine kavuştuğum gün.” Potoçari de bekleyenlerin, beklenenle kavuşmaları vardı. Beyaz zambaklar bahçesinde bu yıl otuz fidan daha açtı. Ruhun, vücut bulduğu otuz mezar taşı daha yükseldi. Srebrenica’da, biz varız diye seslenen, şehitler korosunun sahnesine otuz  Kurban daha eklendi… Bu yıl otuz umut tohumu daha ekildi.