İçinde anlatılmamış bir hikâye taşımaktan daha büyük bir eziyet yoktur. “Maya Angelou”

Ben ve Ruhun Muhabbeti-1

Ben: Yine aynı hataları yapıyorum! Kurtulmak istedikçe batıyorum. Aslında çıkış arıyorum. Yolumu bulamıyorum. Her defasında çözüme yaklaştım diyorum, olduğum yerde dönüyorum. Bir hengâme içinde, varacağım yeri bilmeden koşturuyorum. Engeli etrafımda ararken, kendimin engel olduğunu görüyorum. Neden böyleyim?

Ruh: …

Ben: Konuşsana! Hatalarımı, problemlerimi duymak istiyorum. Sessizce dinleyerek neyi değiştirebilirsin ki?

Ruh: …

Ben: Şimdi ne yapmalıyım? Bu karmaşanın içinde kayboluyorum. Sana ihtiyacım var, çözüm bulmam için yardım et!

Ruh: …

Ben: (uzun bir süre sessizlik) Sende haklısın. Bir hiçe ne denir ki? Bezgin bir boşlukta ne görebilirsin ki? Boşluk; içindeki karanlık vadilerin yankısı. İçini dolduran bir hiçlik. Sonsuzluğun karanlığı! Ben işte buyum, söyle sende çekinme.

Ruh: Peki ya şimdi?

Ben: (Tedirgin) Boşluktayım. İçimdeki bu derin eksiklik hissiyle nasıl baş edeceğimi bilmiyorum. Onu hissetmek beni boğuyor ve yolumu kaybettiriyor. Yardım et bana!

Ruh: Yardım mı? ‘Ne zamana kadar kendinden kaçabilirsin, ya bir daha geri dönemezsen?’ Sürekli kaçıyorsun, sorunlarına sırt çeviriyorsun. Onunla yüzleşme vaktin geldi. Şimdi, ertelemeden. Usulca, ruha fısıldama vakti.

Ben: Evet, şimdi, ‘yeniden yorularak, yeni işlere yönelme vakti.’

Ruh: Her yeni gün, yeni bir başlangıç.

(Sessizlik )

Sessizlikte, ruhuna bir cümlede sen fısılda!